23 Nisan 2009 Perşembe

Adios Versus MaxiMiles

Yahu koskoca YapıKredi'nin şu "Adios" reklamlarına hâlâ akıl sır erdirebilmiş değilim mirim.

"Beedaaavaa, uççuyos, gezziyos, yiyos, içiyos, adioos."

"Beedaaavaa, yatıyos, kalkıyos, para vermiyos, adios."

Ahaha, yahu nasıl bir reklam bu böyle. Hadi, kartın adına takılmıyorum, adios amigos, andela andela.

Ama yahu koskoca Yapı Kredi'nin yaptığı şu reklama da bakınız. Yapıyos ediyos yiyos içiyos. Nasıl bir şey bu yahu? Tee önceleri Honda Jazz reklamlarında "Hayata renk katcaz" dedi diye ortalığı velveleye veren Türkçe fedaileri neredeler acaba bu reklam için?

3 tane "Blues Brother" çıkıp, her mekanda [denizin içinde, otel resepsiyonunun arkasında falan] ellerinde gitar, bee daaa vaaa, yatıyos kalkıyos, para vermiyos, adios. Kartın tüm olayı bu mu yani. Bu kadar mı? Ayrıca neden "blues" ne alaka yani? Kartın adı adios, hafif Latin diyelim Meksika İspanya falan, e peki bu Blues abiler ne iş? 

Ayrıca yani kart reklamının biraz da duygusal yönü etkilemesi gerekmez mi, daha doğrusu bütün reklamlarda bir duygusal yön olmalı ki, insanlar senin ürününü kullansın. Bak mesela bu çerçevede düşünecek olursak, İş Bankası'nın "miles" kartı türevi bu konuda çok başarılı bence. Tamamen alakasız gibi görünen bir konu, anlaşılamayan bir reklam başlangıcı ve sonunda "aslında yapmak istediklerini yapman için bu karta ihtiyacın" var dayatması. Ama zorlama komiklikler yok reklamda, hatta herkes eminim ki "Oha aynı benim hayatım" demiştir reklamı izlerken. 

Sonuçta özellikle kredi kartı bir marka üründür. Ve marka bilinirliğini arttıracak reklamlar yapmak insanların duygularına dokunmakla olur diyoruz.

Bu konuda aynı zamanlarda yayınlanmaya başlayan iki reklam arasında galibiyeti iş Bankası'nın "MaxiMiles" reklamı alıyor. kendilerine en dolgun ektstre ödülünü,her iki kartın kullanıcılarına ise iki adet Alka-Seltzer armağan ediyoruz.

19 Nisan 2009 Pazar

Denizbank'ın Henüz Anlayamadığım Reklamları

Az önce bir tanesini izledim. Daha önceki günlerde de diğerlerini görmüştüm. Ne zamandır aklımdaydı da şimdiye kısmetmiş yazmak.

DenizBank'ın, iki ünlünün popülaritesinden faydalanmak için yaptığı denizli menizli adalı madalı reklamlar. [Evet, biz de hâlâ, bankayı ıssız ada fikri ile nasıl bağdaştıracaklar diye bekliyoruz.]

[Not: Erdal Özyağcılar'la Beyazıt Öztürk'e diyecek hiçbir şey yok. Onlar konu dışı burada. Reklam, fikir ve karakter olayına bakıyoruz.]

Şimdi mesela bugün izlediğim reklamda Cuma karakterini bir ayçiçeği tarlasında görüyoruz. Elinde çekirdek, çitir çitir çitliyor. Nasıldı neydi nasıl oldu bu derken, anlatmaya başlıyor, "Denizbank çiftçinin de yanında, işte kartım var, ekiyorum biçiyorum, sonra hasatta ödüyorum." Yahu ek biç tamam da, bu adada kredi kartı ne iş?

Yani palmiyelerin görünmeyen yerlerinde gizli ATM'ler falan mı var? Nereden çekiyorsun parayı? Ayrıca, hadi en akla gelmedik şekillerle parayı buldun diyelim. N'apıyorsun yahu parayla, yani nedir bunun olayı? Orkinoslara atıp ayçiçeği tohumları mı aldırıyorsun, n'apıyorsun? 

Geçen bölümde de Haydar Dümen geldi, Deniz Akkaya'yı getirdi. Hadi "dümen" "deniz" falan tamam bir yere kadar bu kelime oyunlarını kabul edelim. Ama oradan sonra da koptu adada olaylar. Deniz Akkaya, mavi bonus peruğu ile Bonus Card olayını anlattı, sonra adanın derinliklerine doğru ilerledi gözden kayboldu? Nereye gitti, n'oluyor ulan bu adada? Haydar Dümen de bastı gitti tekneyle. Bir fantasya var ama dur bakalım.

Ondan önceki bölümde de, Cuma karakteri ile ilginç bir diyalog vardı. Şu meşhur, "Issız bir adaya düşersen yanına alacağın 3 şey ne olurdu?" sorunu. Cevaplar akıllara zarar nitelikte, "Nüfus cüzdanım abi, TC kimlik numaram ve bir de cep telefonum abi. Çünkü bunlar varsa 5 dakikada cebinde kredi var abi." Abi ne diyorsunuz abi? Ne kredisi abi ıssız adada? :] 
(Cep telefonu şarjı, elektrik melektrik dediğinizi duyar gibiyim, onlara girmiyorum.)

İşte bu nedenlerden ötürü, DenizBank'a en akla gelmedik reklam fikri ödülünü ve sulanan beyinlerimiz için de teessüflerimizi sunuyoruz. Lost adası bile daha olağan geliyor bu reklamları izleyince. :]

18 Nisan 2009 Cumartesi

Acayip İtici Kutulu Süt Reklamı

Evet sevgili reklamsever günlük, ilk yazıda, resmen beni yıkım yıkım yıkan bir reklamdan bahsedeceğim. Şu kutulu süt reklamı. [Allah'tan bu aralarda dönmüyor televizyonda.]

Off of. 

Şimdi şu "kutulu süt" kavramının işlendiği Derya Baykal'lı reklam hakkında acayip şekilde kafama takılan şeyler var.
 
En başta, Derya Baykal neden hocayısla geziyor? 

Hadi gezdi diyelim, o an yanındaydı öylesine takılıyorlardı, apartmanın merdivenlerinden çıkarken (ki hocasıyla apartmanda ne yapıyor, nereye gidiyorlar, yukarı çıktıklarına göre gittikleri bir yer var demek ki diye düşünüyor insan), süt alan kadın bunları gördüğünde neden "Aaa Derya Hanııım" diyerekten feryat ediyor. Sonra da "Buyurun buyurun" diye eve davet ediyor?

Bunlarda sanki misafirliğe gelmiş gibi hoppala dalıyorlar eve ayakkabılarla falan. (E kardeşim az önce nereye gidiyordunuz, neden bu eve giriyorsunuz?) Ayrıca yani, hijyenden, sağlıklı sütten, mikroplardan bahseden bu güzide bacımızla hocası patır patır ayakkabılarla dalıyorlar salonun ortasına. Olmuyor yani, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyesi geliyor insanın içten içe. 

Ondan sonra Derya Baykal, tam bir beyin özürlü insana anlatır gibi kutulu süt kullanmanın ne kadar faydalı olduğunu, sütü kaynatmanın sütün tüm özelliğini kaybettirdiğini falan anlatmaya başlıyor. Hele bir de "dakikalarrrcca" deyişi var ki, inanılmaz. Elini sallaya sallaya, yani "sen ne bilirsin len idiyot, dakikalarrrca kaynatıp da sütün tüm özelliğini öldürüyorsun" gibisinden, inanılmaz itici.

"O artık süt olmuyor ki" falan. Böyle sürekli mesaj kaygısından insana baygınlık geliyor.

Sonra hızını alamıyor, bunları da size hocam anlatsız diyerekten topu adama atıyor.

Adam da sanki her gittiği yerde bunu anlatıyormuş gibi, hayatının değişmez bir parçası gibi, anlatmaya başlıyor.

Agidik gugidik anlatıyor bir şeyler [ki hiçbiri aklımda kalmadı] yani o kadar etkili işte anlattıkları.

Bir de olaya duygusal yön katmak için çocuk attırmışlar ortaya, ne olduğundan habersiz, ortada öyle bön bön bakınıyor.
 
Saçma başlayan reklam, iğneleyici bir tavırla devam ediyor, rahatsız edici şekilde önermeler yapıyor ve hiç akılda kalmadan bitiyor.
Sadece "kutulu süt için" öğüdü veriliyor.
 
Ki bu zamanda hala direkt olarak inekten sağılıp getirilen sütü alabilen kaç şanslı insan var onu da çok merak ediyorum. Hahaha, yani sanki Türkiye'de sütçüler acayip tavan yapmış da, bir anda sütçü patlaması yaşanmış, her yerde açık sütler satılıyor da, millet kutu süt almıyor gibi bir anlam çıkıyor reklamdan. :]

Ki ben 10 yıldır falan sokaktan sütçü geçtiğini görmedim.
 
Evet, her izlediğimde sinirlerimi zıplatan, bir o kadar da güldüren, bir o kadar da itici, saçma bir reklam. Bu reklamdan sonra sokaktan sütçü geçse inadına sokaktan alırım sütü o derece yani. :]